Oyuncu ve Yazar Sayın Gülse Birsel’in bir yazısı daha doğrusu bir yorumu var.
Bugün ki yazımı biraz buradan aldığım pas ile ilerletmek istedim. Gülse Birsel diyor ki!
“Abartmıyorum, altın zümrüt içinde yaşayan bir millet olmalıydık. Tarımın cenneti, tohumu taşa atsan, taş filizlenir. Yirmiden fazla maden var. İncil’deki yedi kilisenin yedisi de burada. Nuh’un gemisinin indiği topraklar. Mezopotamya’nın yanı, Göbeklitepe! Hitit, Bizans, Selçuklu tarihi fışkırıyor. Yetmezse üç tarafı deniz ve turizm! Kar, yağmur, güneş, nem hepsi var. Cahil ve fakir kalman imkansızken halkın yarısı açlık sınırında. Sebep? İki sebebi olmalı;
Cehalet, İhanet”
Ne kadar güzel özetlemiş değil mi Gülse Hanım. Düşünüyorum çoğu zaman, bu yazıyı okuduktan sonra bir kez daha düşündüm.
Biz nasıl bu hale geldik, nasıl bu kadar dejenere olduk, kime ve hangi gerekçe ile uyduk.
Saygıyı kaybettik, sevgiyi bitirdik.
İlk emir olan ‘Oku’ kelimesini dahi okumaktan ibaret sandık. Yorumlamadık ve yorumlamıyoruz.
Hep kolayına kaçıp, arkadan dolanmaya çalıştık.
Öldürme diyor yaradan, bütün toplum birleşti öldürmeyin kıymayın diyor biz inatla hayır öldüreceğiz diyoruz.
Hak yeme bizde, ezme bizde, üstten bakma, ucuz işçi çalıştıralım diye her sektörü Suriyeli, İranlı, Irak’lı mültecilerle doldurduk. Kendi insanımıza ülkemizi yabancılaştırdık.
Sadaka kültürünü aşıladık, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık bizde. Ucu kendimize dokunmadıkça herkes kendi dünyasında. Ne zaman başımıza gelir ortalık feryat figan.
Tatil beldesinde bin liraya lahmacunda bizde, açlıktan yemek artıklarını çöpten toplayanda bizde. Bir toplumda iki sınıf arası bu kadar açıldı mı hiç hatırlamıyorum.
Orta kesim kalmadı, ülke ya çok zenginlerle ya çok fakirleşmiş tabaka ile kutuplaştı. Ülkenin dört bir yanını üniversitelerle doldurduk, sormadık bile lise eğitimi devamı bunca okul ile oluşturduğumuz işsizler ordusu okul bitince ne yapacak diye. Üretimde sınıfta kaldık, istihdamda üst sınıfa hiç geçemedik, bilim ve teknolojide listeye girmek nerede.
Sanata, bilime, öğretmene, tiyatroya, ülkenin aydınlarına kulak vermedik. Doktorumuzu, mühendisimizi ve beyaz yakalı büyük bir kesimi beyin göçüne kurban verdik.
Sosyal devlet ilkesi gereği eğitimde ve sağlıkta insanımıza aynı hakları sunmak bir yana, ülkede bir kısım sıra bekleyeceğim derken tedaviye başlayamadan ölürken, diğer kesim parası ile özel hastanede otel konseptinde hizmetini alıyor. Eğitimde birileri 50 kişilik sınıflarda, birileri 10 kişilik sınıfta üst düzey kolej eğitimi almakta.
Her şeyde aşırıya kaçmayı seviyoruz. Takım tutmayı sempatizanlık sanıp statlarda birbirimizi yiyoruz, hatta birbirlerini vuranlar var. Siyasi görüşte karşıt görüşte olmaya hakkımız yok bile. Saygı duymak hak getiri.
Çalışmak yerine kolay para kazanmayı, üretmek yerine hazır tüketimi, okumak yerine saatlerimizi sosyal medyada heba etmeyi tercih ettik. Sonuç, eller gitti Mersin’e biz gittik tersine.
Yani ne yaptıysak biz yaptık maalesef.