Hayat çoğu zaman bir karikatür karesini andırıyor. Hani şu gazetelerin arka sayfalarında denk geldiğimiz, tek karede bir ömrü özetleyen, hem güldüren hem düşündüren cinsten. Bir yanda asabi bir alarm saati, diğer yanda tepemizde dolaşan borç bulutları, ayaklarımızın altında açılmak üzere olan bir tuzak, arkamızdan yaklaşan yangın, önümüzde esen fırtına… Tam anlamıyla bir felaket senfonisi.
Birçoğumuz bu karikatürdeki adam gibiyiz: Kravatımız rüzgara kapılmış, yüzümüzde hem panik hem direnç, ne yapsak da düşmeden, yanmadan, batmadan bir gün daha hayatta kalsak diye çabalıyoruz. Modern hayatın bize sunduğu “konfor”, çoğu zaman sadece yeni türden zorlukların şık paketlenmiş hali. Zaman yetmiyor, para yetmiyor, sabır yetmiyor. Yine de ayaktayız. Ne gariptir ki, düşmemek için çırpındığımız uçurumun kenarında, en fazla hayatta kalmayı öğreniyoruz.
Peki neden bu kadar çok zorlukla boğuşuyoruz? Belki de hayat, biz ona fazla ciddiyet yüklediğimizde bize ince bir mizah anlayışıyla cevap veriyor. “Bu kadar kasma” diyor sanki. “Bak, bu sadece bir karikatür. Bazen düşersin, bazen güler geçersin.”
Hayatla baş etmek için bazen onu karikatürize etmek gerekiyor. Ağlanacak halimize gülebilmek, ne kadar acı çeksek de hala mizahımızı kaybetmemek… İşte gerçek direniş burada başlıyor. Çünkü gülümsemeyi başardığın an, uçurumun kıyısındaki o yorgun adam olmaktan çıkıyorsun. Kendi karikatürünün çizeri oluyorsun.
Unutmayalım, bazı günler sadece yaşamak bile büyük başarıdır. Ve bazen en derin bilgelik, hayata kısık gözlerle bakıp “Eh, en azından bu da geçti!” diyebilmektir.
Sevgiyle kalın.