Zamanlama, Şeffaflık ve Kamu Vicdanı Üzerine

Son dönemde Türkiye’nin farklı bölgelerinde art arda gelen belediyelere yönelik soruşturmalar, görevden almalar ve hatta tutuklamalar kamuoyunun dikkatini yeniden yerel yönetimlerin denetimi ve hukuki süreçlerinin işleyişine çevirdi.

Özellikle bazı belediye başkanlarına isnat edilen suçların 6–7 yıl öncesine, yani eski dönem görevlerine dayandığı gerçeği, toplumda birçok sorunun da beraberinde tartışılmasına yol açıyor.


Bu yazının amacı bir siyasi değerlendirme yapmak değil; aksine, hukukun üstünlüğü, kurumsal şeffaflık, devletin denetim mekanizmalarının işleyişi ve en önemlisi kamu vicdanının rahatlatılması gibi evrensel ilkeleri temel alarak bazı temel soruları sormaktır.


Türkiye’de belediyeler sadece siyasi birimler değildir; aynı zamanda her yıl milyonlarca liralık kamu kaynağını kullanan ve kamu hizmetini doğrudan vatandaşla buluşturan kritik yapılardır.

Bu nedenle:
• Sayıştay, her yıl belediyelerin gelir-gider tablolarını, ihale süreçlerini ve harcama kalemlerini denetlemekle yükümlüdür.
• İçişleri Bakanlığı, mülkiye müfettişleri aracılığıyla belediyelerde idari ve disiplin denetimi gerçekleştirir.
• Valilikler ve Kaymakamlıklar, yerel düzeyde denetim süreçlerine destek verir.
• TBMM, Sayıştay raporlarını inceler; kamu kurumlarının hesap verebilirliğini sağlamakla görevlidir.
• Belediye meclislerinde, farklı partilerden seçilmiş üyeler bulunmaktadır. Bu üyeler, karar alma ve denetleme mekanizmalarında aktif rol oynarlar.


Tüm bu kurumsal yapı, belediyelerin “her yıl, her kararının, her kuruşunun denetlenmesi” için dizayn edilmiştir.


Gündeme gelen bazı soruşturmalarda, örneğin Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar hakkında öne sürülen iddiaların 2014–2019 dönemine, yani Seyhan Belediye Başkanlığı görevine ait olduğu görülüyor. Aradan geçen 6 yılın ardından bu iddiaların ortaya atılması; “neden şimdi?”, “bu süreçte bu iddialar neredeydi?”, “ilgili kurumlar o dönem görevini yerine getirmiş miydi?” gibi soruların kamuoyunda yüksek sesle sorulmasına neden oluyor.


Bu soruların amacı kesinlikle “suç varsa yargılanmasın” demek değildir. Tam tersine, hukukun evrensel işleyişine göre; suç işlendiği kanaati varsa, soruşturma da yargılama da yapılmalıdır. Ancak mesele, bu sürecin zamanında, şeffaf ve tarafsız şekilde işletilip işletilmediğidir.


Bugünlerde peş peşe açılan soruşturmalar, ister istemez şu önemli soruyu gündeme getiriyor:
Madem ki bu suçlamalar yıllar öncesine dayanıyor, o dönemde Sayıştay ne raporladı? İçişleri Bakanlığı ne denetledi? Belediye Meclisleri neden harekete geçmedi? Meclise sunulan raporlarda bu usulsüzlükler neden yer almadı?
Bu soruların yanıtı verilmeden, sadece belli dönemlerde, belli belediyelere dönük yürütülen soruşturmalar kamuoyunda hukuki süreçten ziyade siyasi hamle olarak algılanabiliyor. Oysa devlet ciddiyeti ve tarafsızlığı, her türlü hukuki işlemi bu algının dışına taşıracak şeffaflıkla yürütmeyi gerektirir.
Devletin kurumları siyaset üstüdür. Vatandaşa eşit mesafede durmakla yükümlüdür. Aynı tip bir suçlamanın, iktidara yakın belediyelerde zamanında örtüldüğü, ancak muhalefet partili belediyelerde yıllar sonra büyük operasyonlarla gündeme geldiği bir algı, devlete duyulan güveni sarsar.
Bu bağlamda, “A partisi, B partisi” kavgasından çok daha büyük bir meseleden söz ediyoruz: Devletin hukuki meşruiyeti ve vatandaş nezdindeki güvenilirliği. Bu güven, adaletin sadece sağlanmasıyla değil, aynı zamanda yerinde, zamanında ve görünür şekilde sağlanmasıyla inşa edilir.

Bakalım bu süreç nereye gidecek?

Sevgiyle kalın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir