Türkiye’nin fiyat istikrarını güçlendirmeyi hedefleyen ekonomik ve mali programının etkileri, kasım ayı verileriyle birlikte daha belirgin şekilde görülmeye başladı. Ekim 2022’de %85,51 ile zirve yapan yıllık enflasyon, kademeli bir düşüş sürecine girerek Kasım 2025’te %31,07 seviyesine kadar geriledi. Bu oran, son 4 yılın en düşük enflasyonu olarak kayıtlara geçti.
Aylık enflasyon tarafında da benzer bir tablo var: Kasım ayında TÜFE %2,04 arttı ve bu, son 2,5 yılın en düşük aylık artışı oldu. Ekonomi yönetimi bu verileri, 2026 yılında hedeflenen tek haneli enflasyon için olumlu bir adım olarak değerlendiriyor.
Kâğıt üzerinde baktığımızda tablo iyimser. Veriler doğru yönde ilerliyor, programın etkisi hissediliyor, enflasyon ivmesi aşağı yönlü. Ancak işin bir de vatandaşın cüzdanına yansıyan kısmı var. Çünkü enflasyon düşse de fiyatlar aynı hızla gerilemiyor. Yalnızca artış oranı azalıyor. Marketten kiraya, ulaşımdan hizmet fiyatlarına kadar geniş bir alanda hissedilen mali yük hâlâ ağır.
Bu nedenle sosyal algı ile resmi veriler arasında bir makas açılmış durumda. İnsanlar haklı olarak “Enflasyon düşüyorsa neden hayat ucuzlamıyor?” diye soruyor. Bunun cevabı, son yıllarda biriken fiyat katmanlarının hâlâ çözülmemiş olması.
Ekonomideki normalleşme, önce verilerde başlar; vatandaşın cebine yansıması ise daha geç olur.
2025 yılının sonuna yaklaşırken, enflasyonun %30–32 bandında kapanması bekleniyor. Bu beklenti, Merkez Bankası’nın sıkı para politikasını sürdüreceğine işaret ediyor. 2026 yılına doğru giderken enerji fiyatlamaları, hizmet sektörü maliyetleri, kira artışları ve temel giderlerdeki yapışkanlık hâlâ önemli bir risk unsuru.
Asgari ücret görüşmelerine yaklaşırken masadaki en tartışmalı konu bu veri seti olacak. Resmi enflasyon düşüyor olabilir; fakat çalışan açısından alım gücü hâlâ son iki yıldaki kaybı telafi etmekten uzak. İşveren açısından ise yüksek ücret artışları maliyet baskısı yaratıyor. Ekonomi yönetimi içinse en kritik risk, ücret artışlarının talebi canlandırarak fiyatları yeniden yukarı çekmesi. Yani bir yanda çalışanların geçim mücadelesi, diğer yanda ücret-enflasyon döngüsünün yeniden tetiklenme endişesi bulunuyor.
Tüm bu tablo içinde asıl eksik olan şey “rahatlama” hissi. Çünkü piyasalar hâlâ sıkışık, tüketici güveni zayıf, işletmeler temkinli. Fiyat istikrarına giden yol doğru yönde olsa da henüz geniş kitlelerin hayatını kolaylaştıran bir noktaya ulaşmış değil.
Sonuç olarak, 2025’i bitirirken ekonomide teknik olarak olumlu bir yönelim var. Ancak bu yönelimin toplum tarafından hissedilmesi için zamana, kararlılığa ve politikalarda istikrara ihtiyaç var. Enflasyonun düştüğü, fiyatların nefes aldırdığı, gelir–gider dengesinin yeniden kurulduğu bir dönem umuduyla 2026’ya adım atıyoruz. Veriler umut veriyor, fakat gerçek rahatlama hâlâ yolun biraz ilerisinde.
Ufukta birde asgari ücret görüşmeleri var ki, o hepsinden daha sıkıntılı bir hal almış durumda. Toplumun tamamına etki ettiği için kritik öneme sahip. Tüm bu gelişmelerin paralelinde, hem enflasyonu ilerleyen süreçte yukarı yönlü tetiklemeyecek, hem 2026 yılı hükümet programında yıllık enflasyon hedeflemesi olan %16 sınırını çok aşmayacak hem de alım gücünü öldürmeyecek eksende tahminimce %24-%27 arası bir asgari ücret artış oranı kararı çıkacağını düşünüyorum.
Bakalım bizi neler bekliyor.
Sevgiyle kalın.
