Bir sabah uyanıyorsun ve saate bakıyorsun. Gün henüz başlamış ama sen çoktan bitmiş gibisin. Öğle oluyor, akşam oluyor… Ama gün geçmiyor gibi geliyor sana. Saat ilerliyor, günler geçiyor, takvim yaprakları değişiyor, ama içindeki boşluk yerli yerinde duruyor.
Peki gerçekten zaman mı geçmiyor?
Yoksa sen mi yaşamıyorsun?
Hayatın Akmadığını Sandığımız Anlar
“Zaman geçmiyor…”
Bu cümle genellikle sıkışmışlıkla, amaçsızlıkla, heyecansızlıkla birlikte gelir.
Bir sabah iş yerine gitmek için uyanırsın ama hiçbir şey seni oraya gitmeye ikna edemez. Aynı yüzler, aynı işler, aynı sorunlar.
Yalnız kalırsın… ama yalnızlığın bile sıkıcı gelir.
Diziler bile sarmaz, kahve bile mutlu etmez.
Çünkü zaman aslında geçmektedir; sadece sen onun içinde yaşamıyorsundur.
İnsan ruhu, anlamla beslenir. Dolu dolu yaşamak demek; büyük işler yapmak değil, küçük şeyleri fark ederek yaşamaktır. Ama ne yazık ki çoğumuz bunu fark ettiğimizde ya yıllar geçmiş olur ya da içimizde çok şey yıkılmış.
Dolu yaşamak; gününü hedeflerle tıkış tıkış doldurmak değildir.
Bazen bir çiçeğe bakarken gülümsemek, bazen sabah kahveni gerçekten “hissederek” yudumlamaktır.
Bir dostun sesini duymaktır.
Yarım kalan bir kitabı tamamlamaktır.
Kendini yargılamadan, yavaşlamana izin vermektir.
Dolu yaşamak için illa ki büyük hayallerin peşinden koşmak gerekmez.
Ama iç dünyana küçük pencereler açman gerekir.
Çünkü hayat dışarıda değil, çoğu zaman içeride başlar.
Belki şu anda ekran başında bu satırları okuyorsun ve hala “zaman geçmiyor” diyorsun.
Ama belki de biraz durman gerekiyordur.
Kendine sormayı deneyebilirsin:
Bugün neye anlam verdim?
Bugün hangi küçük şeyi fark ettim?
Bugün neyi sevdim, neye şaşırdım, neye güldüm?
Zaman geçiyor. Her saniyesi sessizce akıyor.
Ama yaşanmışlıkla dolmayan zaman, sadece tarih olur.
Senin elinde ise onu hatıraya çevirmek var.
Sevgiyle kalın.