Hakkını Aramak mı, Kabullenmek mi?

Hayatta en kritik dönemeçlerden biri, haksızlıkla karşılaşıldığında verilen tepkidir. Birçok kişi “kabullenmenin” olgunluk olduğuna inanır; oysa çoğu zaman bu, yerleşik düzenin sessizce devam etmesine hizmet eder. Hakkını aramak ise kimi zaman riskli, kimi zaman yorucu görünür. Ama unutulmamalıdır ki; değişim ve adalet, sessiz kabullenişten değil, hakkın cesurca savunulmasından doğar.

Toplumsal, kurumsal ya da bireysel fark etmez; hak ettiği değeri göremeyen kişi ya da toplulukların en büyük sınavı budur. Görmezden gelmek kısa vadede huzur gibi görünebilir, fakat uzun vadede adaletsizlikleri besler. Oysa hakkını aramak, sadece bireyin değil, çevresindekilerin de geleceğini şekillendirir. Çünkü adalet talebi bireysel değil, kolektif bir kazanımdır.

Elbette hakkını aramak; bağırıp çağırmak, kavga etmek ya da yıkmak değildir. Gerçek güç, üslubunu koruyarak, kararlılıkla durabilmektir. Taleplerin net, ilkelerin sağlam ve duruşun sarsılmaz olduğu bir mücadele, hem meşruiyet kazandırır hem de güven uyandırır.

Bugün etrafımıza baktığımızda, farklı alanlarda aynı manzarayla karşılaşıyoruz. Çoğu yerde liyakat yerine çıkar ilişkileri, emek yerine gösteriş, hak yerine güç konuşuyor. İnsanlar çoğu zaman susmayı daha güvenli buluyor. Oysa tarih bize defalarca gösterdi ki; sessiz kalanlar değil, hakkını arayanlar geleceği değiştirir.

Gerçek dönüşüm, kolayca kabullenmekten değil; haksızlığa karşı dimdik durmaktan doğar. Bu yüzden hakkını aramak, sadece bireysel bir tercih değil, toplumsal bir sorumluluktur. Çünkü bugün bir başkasına yapılan haksızlığı kabullenmek, yarın kendi hakkımızın sessizce yok olmasına izin vermektir.

Sevgiyle kalın. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir