Türkiye’de yıllardır değişmeyen bir şey var: saatler.
Evet, yanlış duymadınız. Dünyanın büyük kısmı yılda iki kez saati ileri ya da geri alırken, biz “boş ver ya, hep yazda kalalım” dedik. 2016’dan bu yana da kışa geçmeyen tek ülke olarak, güneşin değil kararların peşinden gidiyoruz.
Bu işin çıkış noktası, tabii ki enerji tasarrufu.
Denildi ki, “Akşamları hava geç kararsın, insanlar ışığı daha az yaksın, ülke tasarruf etsin.”
Kağıt üzerinde mantıklı, kulağa hoş geliyor. Fakat işin pratiğinde sabahları karanlıkta evden çıkan milyonlar, çocuklar, öğretmenler, çalışanlar var. Güneş doğmadan evden çıkıp, gün doğmadan işe varan bir halk olduk.
Karanlıkta kahvaltı yapan çocukların gözlerinde uykusuzluk, servislerde hâlâ gece gibi yanan farlar, okullarda uykulu yüzler… Bunlar da “enerji tasarrufu”nun yan etkileri.
Elektrik tasarrufu yapalım derken, aslında insan enerjisinden harcamaya başladık.
Her şeyin israf olduğu bir ülkede, tasarrufa saatten başlamak da epey ironik doğrusu.
Yemekte, suda, zamda, bürokraside, kaynakta israf diz boyu ama biz sabahları karanlıkta işe giderken kendimizi avutuyoruz: “Olsun, azıcık elektrikten kısmışızdır.”
Oysa gerçek şu: Azalan tek şey motivasyon, artan tek şey yorgunluk.
Küçük bir çocuğun sabahın beşinde kalkıp, altıda servise binmesi artık şaşırtıcı değil. Kışın hava 8’de anca aydınlanırken biz hâlâ 7’de ders başı yapıyoruz; beden saatimiz başka bir mevsimde, ülke saatimiz başka bir evrende. Güneşle alışılmış ritmimiz bozuldu — biyolojimiz “güneşle uyan” derken biz “programla uyan” demeye alıştık.
Bu durumu sadece teknik bir ayarlama olarak görmek zor; sonuçları günlük yaşamda, okullarda, iş veriminde ve insan ruhunda hissediliyor. Enerji faturasından birkaç kilovat tasarruf etmiş olabiliriz ama karşılığında sabah yorgunluğu, düşen motivasyon ve uykuyla geçen dersler gibi “gizli maliyetler” ödüyoruz.
Dolayısıyla mesele, saatlerin ileri veya geri olması değil; alınan kararların insan hayatını ne kadar dikkate aldığıdır. Tartışma sertleşmeden, somut veriler ve insan odaklı yaklaşımlarla yeniden düşünülmeyi hak ediyor — çünkü hangi saatte yaşadığımız değil, o saatte nasıl yaşadığımız önemlidir.
Sevgiyle kalın.
